Son dönemde, dünyanın çeşitli devletlerinde Çin’e karşı Covid-19 sebebiyle tazminat davaları açıldığı haberleri sıkça duyulmaktadır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde açılan davalar büyük yankı uyandırmaktadır. (Hatta Prof.Dr. Hasan Ünal ABD’de “Çin’e karşı dava açalım” lobisi oluştuğunu belirtmiştir.) Açılan davalar bazı yazarlar tarafından desteklenirken bazı yazarlar tarafından eleştirilmektedir.
Covid-19 sebebiyle Çin’in sorumluluğu ve Çin’e karşı dava açılması gerektiği yaklaşımının, Türkiye’de de savunulduğu görülmektedir. Türkiye’nin çeşitli illerinden avukatlar, Çin’in Covid – 19 vakalarını saklamaya çalıştığı ve vakaları Dünya Sağlık Örgütü’ne geç bildirdiği gerekçesiyle, gerçek kişilerin can ve mal kaybının ve şirketlerin bu dönemde yaşadıkları ekonomik kaybın tazmini için, Çin’e karşı maddi ve manevi tazminat davası açmışlar ya da açma hazırlığı içine girmişlerdir. (Örnekler için bkz. “İzmirli Avukattan Çin’e Korona Davası”, “Türk Avukatlardan Korona Virüsün Yayıldığı Çin’e Dava”, “Korona Virüs Mağdurları Çin’e Dava Açabilecek…” vb.) [Tazminat talepleri, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanunu (MÖHUK) 34/II uyarınca, Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiile ilişkin hükümlerine dayandırılmaktadır.]
Söz konusu davalara ilişkin tartışmalar genelde maddi hukuk ekseninde dönmektedir. Halbuki Çin’e karşı açılan davaların, davalının devlet olması dolayısıyla, öncelikle usul hukuku açısından ele alınması gerekmektedir. Çünkü dava açıldıktan sonraki ön inceleme aşamasında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesi uyarınca hakimler, bir dava şartı olarak Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunup bulunmadığını resen değerlendirecek, bu hakkın yokluğuna karar verirlerse davaları usulden reddedeceklerdir. Somut olayda, Türk mahkemelerinin yargı hakkının varlığı da devletin yargı bağışıklığı kuralları açısından tespit edilmelidir.
Devletin yargı bağışıklığı kurallarının kaynağı, uluslararası hukuka dayanmaktadır. Uluslararası hukukta yer alan egemen eşitlik ilkesi dolayısıyla, 1800’lü yıllarda eşitlerin birbirlerini yargılamayacağı ilkesi doğmuş ve bu ilke uluslararası örf ve adet hukuku kuralı haline gelmiştir. Bu tarihten sonra, devletin yargı bağışıklığı mutlak olarak uygulanmış ve yabancı devletler hiçbir durumda başka bir devletin ilk derece mahkemelerinde yargılanamamıştır.
Devletlerin giderek özel hukuk faaliyetlerinde yer alması ve özel hukuk tüzel kişisi gibi davranması, zamanla devletin sınırlı yargı bağışıklığı kuralını doğurmuştur. Günümüzde artık, yabancı devletin davalı taraf olduğu özel hukuk uyuşmazlıklarında, yargı bağışıklığı bulunmamaktadır. İşbu kural da yıllar içinde uluslararası örf ve adet hukuku kuralı haline gelmiş, hatta uluslararası antlaşmalarda kodifiye edilmiştir. Nitekim 1972 tarihinde yapılan Devletin Yargı Bağışıklığına Dair Avrupa Sözleşmesi ile 2004 tarihli Devletlerin ve Mallarının Yargı Bağışıklığına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, sınırlı yargı bağışıklığını yansıtan bölgesel ve uluslararası antlaşmalar olarak akdedilmiştir. Türkiye iki sözleşmenin de tarafı değildir.
Söz konusu sözleşmelerde, devletlerin yargı bağışıklığı çeşitli özel hukuk uyuşmazlıkları açısından sınırlandırılmıştır. Aynı zamanda sözleşmelerde, yabancı devletin egemenlik faaliyetleri-özel hukuk faaliyetleri ayrımından bağımsız olarak, kişiye ve mala zarara sebep olan haksız fiillere karşı yabancı devlete açılacak tazminat davalarında da sınırlı yargı bağışıklığı kuralı benimsenmiştir. Yalnız ilgili kural uyarınca yargı bağışıklığının sınırlandırılması için şu iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerektiği ifade edilmiştir: Haksız fiil dolayısıyla kişiye ve mala verilen zararın forum devletinde vücut bulması şartı ile kişiye ve zararın sorumlusunun, zararın oluştuğu dönemde forum devletinde bulunması şartı. (Özellikle belirtmek isterim ki yargı bağışıklığına ilişkin kurallar, ilgili devletin sorumluluğunu bertaraf eden kurallar değildir. Hukuka aykırılığa vücut veren faaliyetinden ötürü devletin sorumluluğu devam eder, ilgili devlet yalnızca başka bir devletin iç hukuk sisteminde yargılanamaz. İşbu durumda mağdurların, başka mecralarda haklarını aramaları gerekmektedir.)
Uluslararası toplumda devletin sınırlı yargı bağışıklığına ilişkin kurallar, Türk Hukuku’na da yansımıştır. Nitekim 5718 sayılı MÖHUK’un 49/I. fıkrasında yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklarda, yargı bağışıklığı tanınmadığı düzenlenmiş, benzer tutum Yargıtay kararlarında benimsenmiştir. (Konuyu MÖHUK’un yargı bağışıklığı kuralı açısından değerlendiren yazı için bkz. “Çin Devleti Covid 19 (Corona) Virüsü Sebebi-yle Haksız Fiil Sorumluluğu Dahilinde MÖHUK Karşısında Sorumlu Mudur?” ) Yalnız MÖHUK, haksız fiil sebebiyle oluşan zarara ilişkin davalarda yabancı devletin sınırlı yargı bağışıklığı konusunda sessiz kalmıştır. Bu durumda, Türk mahkemelerinin, sınırlı yargı bağışıklığını düzenleyen uluslararası hukuk kurallarına başvurması mümkündür. Başka bir ifadeyle haksız fiile ilişkin sınırlı yargı bağışıklığı kuralının, bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralı olarak Türkiye açısından bağlayıcı olduğu ve Türk mahkemelerince uygulanabileceği söylenebilir. (Uluslararası örf ve adet kurallarının oluşumunda, sürekli itirazcı olmayan devlet, artık oluşan uluslararası örf ve adet hukuku kuralıyla bağlıdır. Türkiye haksız fiil sebebiyle sınırlı yargı bağışıklığı kuralına sürekli itirazcı olmamıştır.) Nitekim Yargıtay’ın, yargı bağışıklığına ilişkin davalarda, yargı bağışıklığını bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralı olarak uyguladığı görülmektedir.
Somut olaya dönecek olursak, devletlerin yargı bağışıklığı, Türk Hukuku bakımından usul hukuk kuralıyla ilintili olduğu için, Çin’e karşı açılan davalarda, bir maddi hukuk kuralı olan Türk Borçlar Kanunu haksız fiil hükümlerinin uygulanması kanımca söz konusu olamayacaktır. İşbu davalarda yapılacak ön incelemelerde, Türkiye’nin yargı hakkını tayin etmek bakımından, haksız fiilden kaynaklanan uyuşmazlıklarda sınırlı yargı bağışıklığını öngören uluslararası örf ve adet hukuku kuralı dikkate alınmalıdır.
İlgili kuralı dikkate alarak yapılacak ön incelemede, zararın forum devletinde gerçekleşip gerçekleşmediği ve zarara yol açan fiilin sorumlusunun, zararın meydana geldiği dönemde forum devletinde olup olmadığı değerlendirilmesi yapılmalıdır. Somut olayda, tazmini talep edilen zarar Türkiye’de meydana gelmiştir, ancak Çin’e atfedilebilecek ve zarara sebep verdiği iddia edilen faaliyetler/uygulamalar, Türkiye sınırları içinde gerçekleşmemiş, zarardan sorumlu tutulabilecek aktörler zararın oluştuğu dönemde Türkiye’de bulunmamış/bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, haksız fiil sebebiyle sınırlı yargı bağışıklığı kuralının unsurları somut olayda oluşmadığı için, Çin’in yargı bağışıklığını bertaraf etmek mümkün gözükmemektedir. İşbu durum da kanımca, Çin’in Covid-19 sebebiyle Türk mahkemelerinde yargılanamayacağı sonucunu doğurmaktadır.
Sağlıkla kalmanız dileğiyle,
Dr. Merve ERDEM BURGER
Not: Türk mahkemelerinin aksi görüşü benimseyip açılan tazminat davalarını kabul etmesi halinde, bu kararların icrası konusu gündeme gelecektir. Kararların icrası da bu kez yeni bir bağışıklık konusunu karşımıza çıkaracaktır : Devletin Cebri İcra Bağışıklığı. Söz konusu bağışıklık, yargı bağışıklığından ayrı olup, gelecek yazımda ayrıntılı incelenecektir.
Yararlanılan Kaynaklar
Aybay, R. (2007). Yargıtay İçtihatlarına Göre Yabancı Devletin Yargı Bağışıklığı, TBB Dergisi, Sayı 72, 109 – 120.
Dardağan, E. (2014). Yargı Kararları Işığında Yabancı Devletin Yargı Bağışıklığı Alanında Güncel Gelişmelere Bakış, Prof.Dr. Rona Aybay’a Armağan, Legal Hukuk Dergisi, Cilt 1, 677 – 713.
Erdem, M. (2016). Devletin Jus Cogens Kurallara Aykırı Faaliyetleri Kapsamında Yargı Bağışıklığı Kurumu (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Fox, H., Webb, P. (2013). The Law of State Immunity, Third Edition, UK: Oxford University Press.
Süral, C. (2015). Uluslararası Özel Hukukta Yabancı Devletlerin Sınırlı Yargı ve İcra Muafiyeti, Ankara : Adalet Yayınevi.
Yang, X. (2012). State Immunity in International Law, UK: Cambridge University Press.